Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Eylül 2010 Cuma

Ermiş...

Ermiş;

        Tanrım bana kitap dolu bir ev, çiçek dolu bir bahçe ver...

        Biz ona ermiş derdik. Her nedense yıllardır herkes öyle çağırırdı. Küçücük bir kitapçı dükkanının sahibiydi. Küçücük ama en iyi kitapçı dükkanıydı Istanbul'daki.. Aradığımız her kitabı bulabiliyorduk. Bunu nasıl başarırdı bilmiyorum ama dükkan o kadar küçüktü ki! Bir sihirbaz gibiydi. Belki de bizi çok iyi tanıyor, neler isteyeceğimizi biliyor, yalnızca bize hizmet edebilmek için yarışıyordu.

        Uğrak yerimizdi, arkadaşlara rastlamak için cafeye gider gibi oraya giderdik.. Mutlaka bir-iki tanıdık olurdu. Dünya meselelerinden, sanattan. edebiyattan konuşurduk. O söze katılmaz, dinlerdi. Yalnızca bir soru ona yöneltildiği zaman yanıtlar ve susardı. Yanıtlarının akıllılığı karşısında her zaman şaşırmışımdır. Bizden akıllı olduğunu düşünür, babaca yaklaşımında, onun üstünlüğünün izlerini görürdüm.

        Bir gün dükkanda kitapları toplarken buldum onu, kitapları sayarak kolilere yerleştiriyordu. Daha kimse gelmemişti, "hayrola" dediğimde "artık bıktım" yanıtını aldım, "kalabalıktan, insanlardan, kitaplardan, biz ne kadar akıllıyız" sohbetlerinden.. Yalnız ağaçların ve kuşların, hayvanların, balıkların olduğu bir yere gidiyorum. Yalnız toprak ve deniz insanlarının.. sonra da sustu başka bir söz söylemeden.

        Biz de unuttuk onu. Zaman zaman adını andık elbette, "hey gidi Ermiş hey" diyerek!!..

        Birkaç yıl sonra bir sabah Ermiş'i eski dükkanının kepengini kaldırırken gördüm, yanına gittim bir şey sormamı beklemeden konuştu "Deniz güzel, kuşlar, balıklar güzel, sessizlik, dinginlik de güzel, hele insanlar... Ama aklın tartışması yok mu aklın tartışması, işte onu çok özledim çok!!..

       Hayatınızda hep kitap olsun...

Puya

Masal Değildi Yaşananlar...


  Masal değildi yaşananlar;

      Mayıs ayı; gül ayıdır derdi annem eklerdi, bu şöleni Ada’ da yaşamak gerek...

      Dört ayrı kültürün Istanbul gibi şahane bir Akdeniz kentinde, Istanbul’ un sihri ve bereketiyle yoğrulması sonunda bilinen lezzet, keyif ve güzellikler dörde katlanırdı elbet. Tıpkı yabancı diyarlar gezip,görgüsü, bilgisi artan gezginler misali. Ada"lılar da ayaklarına gelmiş dört kültürün ayrı tadını birleştirmişler. Şimdilerde iyice kaybolan, bu çok renkliliği ucundan kenarından yakalayan son kuşak Ada’lıyım ben...

      Rumlar gümüş balığı lakerdaları, zeytinyağlı sebze yemekleriyle, Ermenilerin midye dolmasıyla, Yahudiler incir reçeli, elma ayva tatlılarıyla renk katmışlar kültürümüze.

      Öylesine yoğrulmuş dostluklar kurulmuştu ki; son yazda evlere dönüş başlayınca, sözler verilir kış gecelerine... Çocukken Şeker ve Kurban bayramlarında, Müslüman olmayan komşularımıza da şeker ve et dağıtılır, onlar da Paskalya ve Yortularda bize boyalı yumurta, tatlı ve çörek getirirlerdi..

      Di’ li geçmiş zamanlar nerde? Şimdinin geçmiş olduğu zamanlarda mı?

      İç savaş metropollere girdi, metastasları büyük kentlerde yaşamın bir parçası haline geldi. Zamanın geriye doğru akması huzursuzluğa mı neden oluyor?

      Tüm yaşanan olumsuzluklara inat;  noktayı Mevlana"ya bırakıyorum;

      Akıl, aşk ve can
      Bu üçü üçgendir,
      Her derde çare, her yaraya merhemdir.

          Puya